Lezbiyenlik, Fantazi?
Ataerki, aslında kullanmaktan sık sık kaçındığım bir kelimedir. Buna pek çok neden sayabilirim. Ancak en önemlisi ataerkinin ne olup olmadığını kavramamış insanlarla konuşurken hiçbir anlam ifade etmemesi ve ataerkinin ne olup olmadığını anladığını düşünen insanların da bu kelimeyi çok savurganca kullanmaları. Ataerki ile mücadele eden kadınlar elbette kendi kişisel tarihlerinden dolayı, ataerki’ne ilişkin güçlü ve gerçekçi anlayışlara sahiptirler. Ancak iletişim sürecinde, biraraya gelen kişisel tarihler zaman zaman bir çöplüğe benzer görünümler sergileyebiliyorlar.
Hatta bazen da soyutlama yeteneğinin az gelişmişliğinden dolayı kişiler kendi cümlelerini bile anlamlandıramıyorlar. Konuşmalar esnasında ortaya çıkan cümleler, kavramlar, hal, tavır, mimik, jest ve vurgular biraraya geldiğinde saslı bir iletişimin kurulabileceğini sanmak tamamen bir yanılgı. Üstüste binen anlatıları kişilerin kafalarında biryerlerde oturabilmesi için kavramlara ihtiyaç duyuyoruz. Zaten tüm kavramların bir dilin olgunlaştığı andan itibaren(!) varolabilmesi mümkün değil. Zaman ilerledikçe, kişilikler biraraya geldikçe çöplük görünümünden kurtulmak için kavramlara ihtiyaç duyuyoruz. Ve hoop bakıyorsunuz yeni bir kavram daha.
Nasıl ki, ataerki sözcüğünün, eşcinsel sözcüğünün, gay sözcüğünün, feminist sözcüğünün, heteroseksizm sözcüğününü ve daha bir çoklarının kendi tarihleri var. Tüm bu sözcükler kişiler tarafından kavrandıkları takdirde (kavram olma görevlerini yerine getirdikleri takdirde), birçok biraraya gelmiş kişilikleri ifade ediyorlar ve iletişim sürecinde yerlerini alıyorlar. Elbette herşey gibi bu süreç de bir içiçe geçme, kaynaşma ve etkileşim süreci. Kavramları bir kere kazandıktan sonra, derdimizi anlatmak istediğimizde işimiz kolaylaşıyor:
Çünkü tek bir sözcükle bir tarihi anlatıyoruz. Ama kime? Elbette, benzer kişisel süreçlerden geçen ve bu kişiselliğin toplumsallığını ve politikliğinianlatan kavramı kavrayan birine. “Bıktım, bu erkek egemenliğinden!” diye haykıran bir kadını, birçok kadın ve rekek, hepinizin oldukça iyi bildiği ve şimdi sıralamak istemdiğim şekillerde algılayabiliyor. Bu kadın derdini herkese anlatabilmek için yeniden ve yeniden, birlikte mücadele verdiği kadınlardan ve kendi yaşamından edindiğ. Deneyimleri tarihsel bir anlatı şeklinde anlatmak zorunda kalıyor. İşte şimdi, ben koskoca bir tarihi baştan anlatamayacağım için ataerki sözcüğünü kullanmak zorundayım.
Lezbiyenler ve gayler arasında popüler bir tartışma çıkar, zaman zaman. “Bu ülkede lezbiyenler mi daha çok acı çekiyor, yoksa gayler mi?” Bazı gayler “erkekliği”, “erkek” olmayı, erkeğe güç veren bir şeyi reddederek tehdit ettikleri için “erkek”lerden gelen zararla lezbiyenlerden daha çok karşılaştıklarını iddia ederler. Nedir ki, iki kadın birlikte yaşasa sokakta elele tutuşsa, hatta lezbiyenlikleri bilinse, gaylerden daha az tehdit altında kalırlar; toplum lezbiyenlere karşı daha hoşgörülü! (Hoşgörü!!) Bu tartışmada, lezbiyen olduğu için annesi tarafından dövülen, kocası tarafından öldürülen, adalet tarafından çocuğu elinden alınan, işvereni tarafından işinden atılan, ev arkadaşı tarafından evinden kovulan, abisi tarafından evine kapatılan, “erkek” tanıdıkları tarafından (sırf lezbiyen olduğu için= sözlü ve cinsel tacize uğrayan (seni iyice becerecek bir erkek karşına çıkmamıştır henüz!) lezbiyenlerden hiç bahsetmem.
Çünkü alenen görünen bir köyü, ki gaylerin nasıl olup da göremediğini anlayamadığım (!) bir köyü, anlatmaktan dilimde tüy bitti. Ama kendi kişisel tarihime ve cinselliğine sahip çıkan bir lezbiyen ve diğer lezbiyenler olarak, gaylerin bile (onlardan bu kadar çok şey beklemek erkek egemen bir toplumda abestir zaten ya) farkında olmadığı, ancak biz çenemizi kapamazsk anlamak zorunda kaldıkları birşeyden bahsederim: Ataerkinin kendi lezbiyenliğini keşfetme sürecinde, lezbiyenlerin üzerindeki ağır yükünden.
Geçen sayıdaki yazımdaki bir dizgi hatası bana ilginç bir azizlik yapmış. Dergi dizgiciliğinin ne zor iş olduğunu ve dergiyi dizen arkadaşların hangi koşullarda çalıştıklarını iyi bildiğimden, bu hatayı çok eğlenceli buldum. Görünene göre,” lezbiyenlik, bir kadının kendi cinselliğine karşı çıkmasıdır.” yazmışım. Ama doğrusu “lezbiyenlik, bir kadının kendi cinselliğine sahip çıkmasıdır.” olacaktı. İlginç olan, tam da cinselliğe sahip çıkılması bağlamında lezbiyenlikten bahsetmeyi düşünüyordum ki, sanki beni bu konuda yazmaya iten bu dizgi hatasıymış gibi oldu. İşte ataerki, bir lezbiyen kendi cinselliğini anlamaya çalışırken, ona kendisine özgü bir ciselliğe sahip olmamasını dayatır.
Çünkü, kadının cinselliği erkeğe ve onun ihtiyaçlarına göredir. Hepimiz biliyoruz ki, evliliklerde ve hatta sevgililik ilişkilerinde kadının erkeğe karşı cinsel görevleri vardır ve bunların sorgulanması erkeğin zaten işine gelmez. Kadın içinse baş edilemeyecek kadar büyüktür, zaten kadın bu süreçte yalnızdır. Bir çok heteroseksüel kadının hoşlanmadığı bir cinselliği, “bir gün becereceğim”, “bu benim hatam”, “cinsellikte çok baskılanmışım”, “evet, evet, bir gün düzelecek”, “hem bu sorunu ben abartııyorum” gibi iç savunmalarla devam ettirdiğini hepiniz biliyorsunuz. Hem de kendi kişisel tarihlerinizden. Ataerkinin işine gelen kadının kendi cinselliğini yok saymasıdır. Kadın cinselliği erkek merkezli gelişir. Ya da gelişemez. Gerçekten heteroseksüel olan kadınlar bile “hayır” diyebilecekleri tecavüzlerden dahi kaçamazlar ve hep suçu kendilerinde ararlar.
Lezbiyenler, lezbiyen olduklarını doğdukları andan bilmezler. Cinsel ve kişisel gelişimleri sürecinde aslında her zaman lezbiyen olduklarını fark eder/kavrarlar. Bu kendini tanıma, kendi kimliğini tanıma, yaşamının içindeki anlamını verme süreci oldukça sancılıdır ve birçok kadın lezbiyen olduğunu yaşamının sonuna kadar kabul edemez. Kendisine acı veren heteroseksüel cinselliği reddedemezler. Lezbiyen olduğunu kabul etmek, kendi cinselliğine sahip çıkmak anlamına gelir ki, ataerki bu konuda kadını güçsüz ve savunmasız bırakmıştır; ama iç savunmasız değil. Nedir bu iç savunma? Sözde heteroseksüel kadınlar hemcinslerine ilgi duyduklarını farkettiklerinde/keşfettiklerinde bunu bir fantazi olarak algılarlar. Evet tabii ya, kadın bedeni güzeldir, ne var yani ilgimi çekiyor işte, zaten bu sadece fantazi! İnanın bu söylem sözde hetroseksüel kadınlar arasında çok yaygın.
Bu kadının kendi cinselliğini yok saymasından, kendi cinselliğine karşı çıkmasından kaynaklanır. Ataerki kadının kendi cinselliğine karşı çıkmasına izin vermez. “Erkek arkadaşım, başka erkeklerle birlikte olmama asla izin vermez, ama kadınlarla birlikte olsam bana kızmayacağını söylüyor.” Neden böyle söyler bazı erkek arkadaşlar, çünkü iki kadın arasında yaşanan şey (!) cinsellik olamaz, çünkü cinsellik erkek tarafından yapılır(!) Erkek arkadaşlarının egemenliğindeki bu sözde heteroseksüel kadınlar da, bu tabiyetleri dolayısıyla kadınlara duydukları ilgiyi, arzuyu, aşkı sadece “fantazi” olarak algılarlar/algılamak zorunda kalırlar. Böylelikle kadınlar arası aşk daha başında sekteye uğrar. Kendi lezbiyenliğini, keşfetme sürecinde bir çok acılar yaşamış da olsa kabul etmiş ve kendi cinselliğine sahip çıkan bir lezbiyen olarak, cinselliğimin lezbiyenliğini kabul edemeyen kadınlar tarafından cinsellik değil de fantazi olarak görülmesine katlanamıyorum. Ataerki kadınların birbirlerini sevmelerine, zannedildiğinin aksine, hiç de izin vermez, hem de daha başta birebir lezbiyenleri baskılayarak.
Cinselliğe dair fantazi, zihinde kurgulanan ortam, ses, koku, nesne, sözcük ve benzeri şeylerle ilgilidir, ama asla cinsiyetle ilgili değil. Bir kadın, bir hemcinsine ilgi duyduğunda artık hayatı değişmiştir, bunu yok sayamaz. Bu fantazi olamaz. Heteroseksüel, biseksüel, lezbiyen bütün kadınlar cinselliğimize sahip çıkmalıyız. Cinselliğimizi “erkek” gözlüğünden görmekten vazgeçmeli, kendi gözlüğümüzün ne olduğunu aramaya başlamalıyız. Birbirlerini seven her kadın bunun anlamını farketmedikçe, hiçbirimiz özgürleşemeyiz.
Kaynak
Yeşim
Eksik Etek
Dokuzuncu Sayı