İranlı Eşcinsel Bir Mülteci ile Röportaj

“Ben güldüğümde, konuştuğumda metrelerce ilerden duyulurdu. Ama gittikçe eridim; artık bu hale geldim. Bazen aynanın karşısına bile geçemiyorum. Şöyle bakıyorum, ben ne kadar değiştim diyorum, ben ne kadar çöktüm, niye böyle oldum diyorum. Ama işte hayat; mücadele vereceksin yaşamak istiyorsan, cinsel kimliğinle yaşamak istiyorsan; mücadele vereceksin. Ve bu yüzden bazen diyorum ki, ‘Allah’ım bana bir evlat verirsen lütfen ‘gay‘ olmasın, ‘transgender‘ olmasın, ‘öteki’lerden biri olmasın. Benim yaşadıklarımı yaşamasın ya da böyle bir şey olursa çok modern bir ülkede olsun. Orada dünyaya gelsin ve hayatını yaşasın; benim gibi olmasın, benim yaşadıklarımı yaşamasın.’ ”

Böyle başlıyor Farhad konuşmaya. Farhad, İranlı bir mülteci. Ülkesinden cinsel yönelimi sebebiyle uğradığı zulümden dolayı kaçmış; en yakın kurtuluş kapısı olarak gördüğü Türkiye’ye atmış kendini. Türkiye’de, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) başvurarak sığınmacı talebinde bulunmuş. BMMYK ile yaptığı görüşmeler sonucunda mültecilik statüsü kazanan Farhad, Kanada’ya gitmek için elçilik görüşmesini bekliyor şimdi. Farhad’la lgbt bir birey ve mülteci olmak hakkında konuştuk.

Biraz kendinden bahseder misin?

İran uyrukluyum; 29 yaşındayım. İran’da üniversite eğitimi aldım. Türkiye’ye yirmi yedi ay önce geldim.

İran’da yaşadığın süreçten bahseder misin?

İran’da yaşarken böyle olacağı hiç aklıma gelmiyordu. Okul, ilerleme, bir kariyer edinme isteği vardı bende. Okullarımda çok başarılıydım; liseyi çok iyi derecelerle bitirdim, hep birinciydim. Üniversite sınavı var orada da; onu da yüksek bir puanla kazandım, üniversiteye girdim. İlk yıl her şey çok güzel gidiyordu; ama sonradan her şey kötü gitmeye başladı, başarım da düştü. O zamanlar da, işte şimdi İran’daki iktidar partisi var ya, onların adamları çoğunluktaydı üniversitede. Sınıfta da çok fazlaydılar ve dışlanıyordum; beni ‘öteki’ olarak görüyorlardı. Sürekli alaylar, hor görmeler, dışlamalar… Hatta hocalarım tarafından bile aşağılandım, küçük düşürüldüm. Üniversitede bir ahlak kurulu var -ne diyorsunuz siz?

Disiplin kurulu gibi mi?

Evet evet, şöyle giymeyeceksin, şöyle davranmayacaksın, küpe takmayacaksın gibi uyarılarda bulunuyor. Üniversitelerde İslamiyeti koruma adına, şeriatı koruma adına faaliyet gösteren bir kurum. Sadece böyle şeyler de değil; mesela, hırsızlık oluyor, ne bileyim, başka yasadışı şeyler oluyor, o zaman da o kurula gönderiliyorsun. Düşün yani, böyle bir kurula gönderdiler beni. “Neden böyle giyiniyorsun?” dediler; “Sen bizi aptal mı sanıyorsun? Senin cinsel yönelimin farklı; biz anladık.” dediler. “Yasak ilişkilere giriyormuşsun; böyle şeyleri ihbar ettiler bize.” dediler. “Hayır!” dedim, “Kesinlikle böyle bir şey yok.” Gizlemek zorundaydım, atılacaktım üniversiteden. Bir de büyük bir arzuyla okuyorum, kariyer yapacağım, diye düşünüyorum. O kadar okumuşsun, bilgi sahibi olmuşsun; insan onları kullanmak istiyor. Ama tabii orada da dışlandım; o disiplin kurulunda da benim için dosya açtılar. Askere de gitmek istemiyordum, gitmeyim diye ağladım, sızladım. Askerlik formları var; onları dolduruyorsun, sonra onlar sana davetiye yolluyorlar. Neyse, ben formu aldım, eve geldim. Söyledim anneme babama; “Ben gitmek istemiyorum.” dedim. “Bende askere gitme gücü yok.” dedim. “Sen ne diyorsun be! Git de erkek ol biraz. Ne zamana kadar bu şımarık tavırların devam edecek? Hayat felsefeni değiştir!” dediler. Az kalsın babamla birbirimize giriyorduk; ağlayarak, kavgayla gittim. Şimdi bunları hatırladıkça çok kötü oluyorum, içim titriyor. Çok kötüydü… Neyse, gittim 18 ay. Çok çok kötü bir 18 ay geçirdim. 6 ay sonra yine depresyona girdim; doktora gittim, ona anlattım derdimi. İlaçlar falan kullandım… Doktor kadındı, anladı beni. “Doktor Hanım, dayanamıyorum artık bu hayata, öldüreceğim kendimi.” dedim. “Kendimi yaşayamıyorum, cinsel kimliğimi yaşayamıyorum, aileme anlatamıyorum…” “Farhad” dedi, “sen ailenden uzak duracaksın, ailenle az görüşeceksin.” “Açıklamak istiyorum, rahat olmak istiyorum; belki de ameliyat olurum.” dedim. “Bana sorarsan, yapma derim.” dedi. “Ameliyat dile kolay geliyor ama ameliyattan sonraki halinden memnun olmayan bir sürü insan var. Henüz kendinden emin olmadan yapma, daha kötü olur.” dedi. “Tamam…” dedim o zaman doktora; “o zaman ailemle konuş, onlara yaşadıklarımı anlat.” “Tamam, ama önce ailen bir gelsin, tanıyayım onları…” dedi. Babamı getirdim, babamla tanıştı.

Bir şey daha fark ettim bu aşamada: Okuduğum bölüm bana göre değil. Aslında ben lisede edebiyat okudum. Babam da o yüzden biraz kızdı bana. Fizik, kimya, matematik, gibi ‘erkek bölümleri’ni okumamı, seçmemi istiyordu. “Baba” diyordum, “ben bunları yapamam; benim matematiğe, fiziğe yeteneğim yok; edebiyatta iyiyim ben.” Lise bitince dedi ki; “Lisede edebiyatı seçtin neyse de, bari şimdi benim istediğim bölümü seç.” Sadece babam için “tamam” dedim. Aslında isteyerek seçmedim yani, babam için seçtim. Hiçbir şeye kendim karar vermedim; üniversitede okuduğum bölümü bile kendim seçmedim; babam için yaptım. Her neyse, seçtim, okudum, bitirdim; fakat yapamayacağımı fark ediyorum, benim ruhumla, düşüncemle uyuşmuyor. Doktora da söyledim bunu, o da babama söylemiş. Çıkınca babam; “Öğrendiğin işi yapmayacaksın da ne yapacaksın?” dedi. “Başka işler yaparım baba.” dedim, “Kuaförlük yaparım; moda, kozmetik böyle şeyleri çok seviyorum.” dedim. “Tamam” dedi, “zaten hiç beni düşünmüyorsun, koskoca şeyin oğlu üniversiteyi bitirdi, askerliğini yaptı; sonra gitti, kuaför dükkânı açtı, derler.” Yine de babam istediği için iş başvuruları falan yaptım, sınavlara girdim; fakat kabul etmediler. Birinden bahsedeyim: Önce test yapıyor, sonra mülakata alıyorlar seni. İşte orda dinle, siyasi görüşlerinle ilgili sorular soruyorlar. Zaten benim kırıtmamdan mı, konuşma tarzımdan mı, anladılar (gülüyor). Sanırım üniversitede tutulan dosya da ellerine ulaşmış,; oradan anlıyorlar benim cinsel yönelimimi ve beni işe almıyorlar.

Ailem de hiç anlamadı beni. Hâlâ da anlayabilmiş değil. Bir ablam var sadece, onunla görüşüyorum; o anlıyor beni. Onunla konuşurduk, esprili de konuşurduk. Ona hep; “Ameliyat olacağım, kadın olacağım; benim gibi kadın var mı?” derdim. O da; “Kadınlığı kolay mı sanıyorsun?” derdi. “Şöyle güzel bir ilişkiye girersin, iyi birini bulursun, ne gerek var ameliyata?” derdi. Onunla görüşüyorum. Annemle hâlâ küsüz. Öğrendikten sonra beni çok dışladılar. Zaten her şeyim ortaya çıkınca ağabeyim; “Sen ne biçim şeysin böyle? Kaç zamandır biz seni normal erkek sanıyorduk, ‘gay’ misin sen? Öldüreceğim seni!” gibi tehditler savurdu bana. Zaten ahlak polisinde bir sürü dosyam oldu, uyarılar falan aldım sokakta, dışarıda, arabada… İki kere yakalandım, ikisinde de 48 saat nezarethanede kaldım. Bir kere erkek arkadaşımla sokakta dolaşıyorduk; bir yerlere gidelim, dedik. İşte sakin, şehirden uzak olsun, dedik. Sizin Talas (Kayseri’de şehir dışında kalan sakin bir semt) gibi yani. Kafeler var oralarda; hiç de kalabalık değildi. Polisin geleceğini nereden düşüneyim ben? El ele oturuyoruz, çay içiyoruz… Böyle bir anda sevişmeye başladık. Sonra bir anda polisler geldi; “Ne yapıyorsunuz siz burada?” dedi. “Bir şey yapmıyorduk.” dedim; “bu benim arkadaşım, çok samimi arkadaşım, şöyle öptüm onu, öpüştüm onunla.” “Şöyle gelin bakalım siz!” dediler. Aldılar bizi, dayak ata ata götürdüler. Copla, çok kötü dövdüler. Elim yüzüm kan… Karakola gittik; arkadaşımın babasının tanıdıkları vardı. Onlar araya girdi, o yüzden mahkemeye vermediler bizi; karakolda bitti. Ama aileme söylediler. Arkadaşımın babası aradı ailemi, her şeyi anlattı babama, her şeyi… Tabii ben her şeyi inkâr ediyorum. “Hayır, öyle bir şey yoktu, biz içki içtik, ondan öyle yaptılar…” falan dedim. Ama ondan sonra ailem şüphelenmeye başladı benden. Beni göz hapsine aldılar; telefonlarım, arkadaşlarım, her şeyim gözetim altında.

Bir de ‘gay’ partilere gidiyorduk biz. Kafeler yok, parklar yok, gidecek hiçbir yer yok. İnternette zaten öyle siteler yasaklı. Herhangi bir yerde, herkesin oturabildiği yerlerde oturamıyoruz. Her yerde dışlanıyoruz. Biz de kendi aramızda ‘gay’ partiler yapıyoruz. Orada bizi videoya kaydedenler olmuş; o da yayılmış ve bir şekilde ahlak polisinin eline geçmiş. İstihbarata bile gitmiş. Bu, çok korkunç bir şey. Yani ‘gay’ partide sevişmeler, soyunmalar… Ben mesela masanın üstüne çıkmışım, striptiz yapıyorum; erkek arkadaşım yanımda oynuyor, dokunuyor, falan. Bunlar görüntülenmiş yani.

Nasıl oluyor bu? Nasıl onların eline geçiyor bu görüntüler?

Biraz arkadaşlar salaklık etmişler. Çekmişler, arkadaşlarına göndermişler. İşte, o arkadaşına, öteki de başka bir arkadaşına göndermiş. İnternete koyanlar olmuş. Öyle öyle, polisin eline geçiyor. Son ‘gay’ partisine gidiyoruz işte; toparlandık, arkadaşlar geldi, tam arabalara binmek üzereyiz, polisler geldi: “Nereye gidiyorsunuz?” “Gezmeye gidiyoruz.” dedik. “Gezmeye gidiyorsunuz ha, binin şu arabalara!” dediler, döverek arabaya bindirdiler bizi. Orada da yine dayak, şiddet, küfürler; “Allah’ın ibneleri! Siz bizi kandırabileceğinizi mi sandınız? Hepiniz uzun süredir gözaltındasınız.” Orada çok dayak yedim. Gene götürdüler, 48 saat nezarete attılar; aç, susuz, küfürler… “Ailenizi çağırmadan buradan çıkamazsınız!” dediler. Artık ailelerimizi çağırdılar ve her şeyi anlattılar; “Çocuklarınız yasak ilişkilere giriyorlar erkek erkeğe; ibne bunlar!” diye. Babam geldi, çok kızdı, bir indirdi yüzüme… Artık bunlar taahhüt yazdılar, imzaladılar; “Bundan sonra böyle bir şey olamayacak, bunları serbest bırakın.” diye. Bu sürede de şiddet gördüm tabii; bu kez de baba tarafından. Tokatlandım orada… Neyse, taahhüt aldılar bir daha böyle partiler olursa, böyle yakınlaşmalar olursa ve orada yakalanırsam direkt mahkemeye teslim edileceğime dair. “O halde kanun bilir ne yapacağını, sizin hiçbir etkiniz olmaz.” dediler. Ağabeyim orada; “Bir daha gözüme gözükme, ailemizin şerefini kirlettin, öldüreceğim seni!” dedi. Zaten küçüklükten beri ağabeyimden çekiniyordum. Bana bir bakardı, ağlardım, korkardım. Bir de ağabeyim çok şımartıldı, onu çok severlerdi. O yüzden herkese hükmederdi; “Sen şöyle yapacaksın, sen şöyle olacaksın…” Ben de evin son çocuğuyum, yapmadığı kalmadı bana. Çok çile çektim ondan ya, hiç sevemedim ağabeyimi. Büyük ablam da çok katıydı, çok disiplinliydi, böyle şeyleri kabul etmeyen biri. Erkeksen ‘erkek gibi’ olacaksın, kadınsan da ‘kadın gibi’ olacaksın. Öyle olmayan herkes sapık… O da kabul etmedi; zaten annem babam hiç kabul etmediler. Karakoldan sonra serbest bıraktılar, eve geldik. Zaten herkes küs, kimse konuşmuyor benimle. Hakaretler devam ediyor. Bir erkek arkadaşım vardı; o da baskılardan sıkılmıştı. Hemen odama gittim, gizlice arkadaşımı aradım: “Çok zor durumdayım.” dedim. O da; “Ailen uyuduktan sonra eşyalarını al, gece gizlice bana gel.” dedi. “Tamam!” dedim. (Ben Türkiye’ye geldikten sonra onun ailesi de görüşmemize mani oldu. İlk aylarda burada bana epey destekte bulundu, para yolladı; o olmasaydı açlıktan ölürdüm burada.) Neyse, ben ailem uyuduktan sonra pasaportumu, kimliğimi, birkaç parça eşyamı ve biraz da para aldım, hiçbir not bırakmadan çıktım, arkadaşıma gittim. Üç katlı bir evin aşağı katında yaşıyordu; ailesi de üst kattaydı. Neyse, bir gittim, hemen kucağına attım kendimi. Ağladım, çok ağladım. “N’apalım?” falan diye düşündük. “Gel, bende kal ama geçici olarak kalabilirsin bende de.” dedi. “Aileme ne diyeceğim? Aşağıya inince seni görecekler. Ne diyeceğim o zaman? Kaç gün saklayabilirim ki seni…” dedi. “Ne yapayım?” dedim. “En iyisi sen kaç, git buradan… Türkiye’ye git. Sonra ben de askerliğimi halledip gelirim, beraber yaşarız.” dedi. “Tamam, da param yok, pulum yok, nasıl gideceğim?” dedim. “Sonra, kimse yok Türkiye’de.” “Git,” dedi, “orada sıfırdan başla. Korkma, hiç korkma, mücadele et.” dedi. “Ben sana yardımcı olurum.” Bir arkadaşından bana para buldu. İki üç gün onun yanında kaldım. Sonra bana bilet aldı; geldim Türkiye’ye. Yolda İranlılarla tanıştım; onlara söyledim kaçtığımı. Düşünsene bir; tek başına ülkenden çıkıyorsun, paran yok, tanımadığın bir ülkeye gidiyorsun. Aileni bırakıyorsun, arkadaşlarını, sevdiğin arkadaşlarını bırakıyorsun. Geldim, Ankara’ya gittim. Artık Ankara’da yaşayacağım, Ankara’da iş bulacağım, diye düşünüyordum. Yani o anda ancak o kadar karar verebiliyordum; başka bir şeye çalışmıyordu kafam. Neyse, işte oraya gelince BMMYK’ya başvur, dediler. “Oraya derdini anlat, İran’da hayatının nasıl tehlikede olduğunu anlat, sığınma talebinde bulun. Onlar sana yardımcı olurlar.” dediler. Eğer böyle bir şey varsa ben de başvururum, dedim. Gittim, BMMYK’ya başvurdum.

İltica sürecinde yaşadığın olaylardan bahseder misin?

Maalesef ilk görüşmemde, İran’da hayatımın tehlike altında olmadığı gerekçesiyle reddedildim. Bu cevap da bana üç ay sonra geldi. Yani beni üç ay beklettiler; bu üç ayın sonunda ret cevabı aldım. Sordum; “Ne olacak?” diye. Dediler ki; “Bekleyeceksin, sana tekrar görüşme tarihi ayarlayacaklar.” Ben de burada zor koşullar altında yaşadığımı söyledim. Sonra her hafta Pazartesileri aramaya başladım onları (saat 14’ten 17’ye kadar); “Nasıl oldu, bir cevap var mı?” diye. Bekleyeceksiniz siz dosyanız hala heyette, hala inceleniyor, bekleyeceksiniz dediler hep. Böyle böyle, beni bir sene beklettiler. Düşünebiliyor musun, ikinci görüşme için beni bir sene beklettiler. Bıktım beklemekten… İran’dan kaçıp gelmişim, parasızlık bir taraftan, aile özlemi, İran özlemi diğer taraftan. Bunların hepsi üst üste geldi. Bir de benim ikametimi İç Anadolu bölgesine verdiler (Kayseri’ye). Bir sene sonrası için bana görüşme tarihi verdiler. Bu bir sene içinde ben büyük bir depresyona girdim. Bu arada da, partnerimle de çok büyük sorunlar yaşıyorduk. Zaten cevap yoktu BM’den. Ankara’ya gittim, neden bu kadar bekletildiğimi sordum. Herkese cevap gelmişti; herkesin ülkesi bile belli olmuştu. Bir gün bekledim binanın önünde. Tercümanlar falan geldi, emniyet sorumlusu geldi, onunla konuştum. “Avukatınız tatile gitti, sizin dosyanızı unutmuş…” falan dedi. Bunlardan iki hafta sonra BMMYK beni görüşmeye çağırdı. Görüşme iki saat sürdü, orada da ağlayarak anlattım; çünkü çok kötü hissettim. Görüşmeden sonra kabul edildim. Ama bak, mesela 7 – 8 aydır hâlâ elçilik görüşmesini bekliyorum. BM beni çok bekletti. Burada parasızlık, yalnızlık… Ve hâlâ hayat için mücadele veriyorum. Bazen kendimle iftihar ediyorum; 26–27 ay tahammül ettim ve bu süreç hâlâ devam ediyor. “Ben miydim bu kişi?” diye soruyorum. Bir de insan bazen hayal kırıklığına uğruyor; “Bu muydu Türkiye’de yaşamak?” diye soruyorum kendime. Özgürlük diye bir şey yok; özgürlük insanın kendi içinde, bunu anladım.

Günlük hayatında lgbt ve mülteci olmakla ilgili deneyimlerinden bahseder misin biraz?

Burada başıma gelmeyen kalmadı. Artık alıştım ama. Sokağa çıktığımda artık bakışlar normal gelmeye başladı. Mesela hor görenler var, “top” diyenler var,”ibne” diyenler var. Bu laflar artık dokunmuyor bana; ama tabii ki üzülüyorum, tabii ki özgüvenim sarsılıyor, psikolojim bozuluyor; kendi kabuğuma çekiliyorum. Bunlar aslında çok etkiledi beni; insanların dikkatini çekmeyeyim, diye istediğim kıyafeti bile giyemiyorum. Gerçekten şaşırıyorum, eskiden ben Türkiye’yi çok açık, çok modern biliyordum. Mesela İstanbul farklı, Ankara farklı, Niğde, Isparta, Kayseri, buralar çok farklı. Farklı hayatlar, farklı farklı kültürler. Mesela İstanbul çok güzel, Ankara Kayseri’ye falan göre daha iyi ama Niğde, Kayseri, İç Anadolu Bölgesi, buralarda ‘gay’ hayatı yaşamak çok zor. Burada kendini kısıtlayacaksın, her şeyini evinde yaşayacaksın; istediğin gibi yaşama imkânın olmuyor yani, bunu anlatmak istiyorum. İnsanlar hor görüyorlar, cinsel yöneliminden dolayı dışlıyorlar seni, ayrımcılığa uğruyorsun. Kaç kere kibarca kovdular bizi. Kayseri Park diye bir yer var, lüks, güzel bir alışveriş merkezi; hiç öyle bir şey beklemezsin, kibarca kovdular bizi; “Siz eşcinselsiniz; aileler, esnaf rahatsız oluyor; lütfen sizi dışarıya alalım.” diye.

Kim söylüyor bunu?

Oradaki güvenlik görevlileri. Kaç kere oldu bu ya, kaç kere başımıza geldi! Hem de Türk arkadaşlarım var yanımda, İranlı arkadaşlarım var; “Buyurun, dışarıya alalım sizi” dediler. Asansörden falan da indirmediler; arka merdivenden, arka kapıdan dışarıya attılar bizi. Bir hafta boyunca bunun etkisini yaşadım ben. İnsanın gururu kırılıyor. Biz oraya fuhuş için, seks işçiliği için, pazarlama için gitmiyoruz; alışveriş yapmaya gidiyoruz. Restoranına gittik yemek için, resmen bize; “Hadi kalkın, dışarı!” dediler. Bu kadar kötü. Bir de ‘coffee shop’ vardı Sivas Caddesi’nde; yine lüks, güzel bir yer. İki kere de gidebildik ama üçüncüde oradan da kovdular bizi. “Pardon,” dediler, “bu oturduğunuz koltuklar rezerve edilmiş.” Ben de saf saf; “Tamam o zaman başka koltuğa geçelim.” dedim. “Yok, onlar da rezerve, hepsi rezerve.” dediler. Bir de kalabalık… Yine de kapıya kadar geldiler bizimle. Oradaki garsonlarla çok iyi ilişkilerimiz de vardı, çok saygılı, çok iyiydiler; fakat neden böyle bir şey yaptılar, o hâlâ kafamda bir soru işareti. Çok gurur kırıcıydı; çok üzüldüm, kendimi çok kötü hissettim o gün. Ama şunu da söylemeden asla geçemeyeceğim: Kayseri insanı aslında o kadar da tutucu değil; sadece dış görünüşleri öyle. Sabah bize ‘top’ diyen insanlar gece bizimle yatmak için yalvarıyorlar… Bu kadar basit yani. Diyorum ya, başıma gelmeyen kalmadı. O kadar çok tehdit edildim ki… Bana yapılanları, bana söylenenleri artık duymazlıktan, görmezlikten geliyorum. “Hadi lan, seni yaşatmazlar burada, Müslüman memleket burası…” Önce asılıyorlar, ben duymazlıktan geliyorum, bu sefer böyle yaklaşıyor; “Top musun sen?” diyor. “Evet, beyefendi öyleyim, ben eşcinselim, ‘gay’im ben.” diyorum. Bu sefer diyor ki; “N’apıyorsun sen burada, niye geldin? Hadi, çek git! Burası İstanbul değil, yaşatmazlar seni burada.” Ben de artık; “Hadi be, git!” falan diyorum. Hakaretler, gülmeler, alaylar, neler neler yani. Daha geçen gün 4–5 arkadaşımı dövdüler. ASAM (Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği) da haberdar oldu bundan; geldik buraya.

İranlı diğer mültecilerle ilişkilerin nasıl?

İranlı bir komşumuz vardı, partnerimle kavga ettiler; “Niye sen bu ‘gay’lerle yaşıyorsun? Bizim şerefimizi kirlettin.” dedi. Komşu İranlıymış ama TC vatandaşı olacakmış. Bize diyor ki; “Ben İranlıyım. Buradaki Türkler ‘sizin İranlılar hep ibneymiş, haysiyetimizi beş paralık ettiniz’ diyecekler.” dedi. Kavga çıktı; komşu benim partnerimi dövdü, burnunu kırdı; mahkemeye falan gittik.

Ne oldu mahkemede?

Sonuçlanmadı; sonradan barıştılar. Nasıl oldu, bilmiyorum.

Buraya gelmeden önce Türkiye’de farklı cinsel yönelimler konusunda nasıl bir tavırla karşılaşacağını düşünüyordun?

Bak, mesela ben önceden Türkiye’yi daha farklı düşünüyordum; daha modern, özgür bir ülke. Herkes cinsel yönelimini istediği gibi yaşıyor, diye düşünüyordum. Ama öyle değilmiş; gizlemek zorundasın, kendini saklamak zorundasın. Mesela ben geçici olarak Türkiye’deyim ama buradaki açık ‘gay’ler çok zor yaşıyorlar. Kariyerleri olamıyor, dışlanıyorlar. Ama iyi bir hayat sürmek istiyorsan, kariyer sahibi olmak istiyorsan, mutlaka ‘gay’liğini gizlemek zorundasın, saklanmak zorundasın. ‘Gay’liğini kendi evinde yaşayacaksın. Fakat o benim için zor. Burada sadece devlet kaynaklı şiddet (idam, kırbaç, …) yok. Ama toplumun dışlaması yetiyor. İstediğim kıyafeti giyemeyeceksem, sevgilimin elini tutup gezemeyeceksem, istediğim yere gidemeyeceksem, istediğim işi yapamayacaksam özgür olmanın ne anlamı kalıyor ki…. Sizin tv kanallarında Bülent Ersoy’u, Fatih Ürek’i, Kuşum Aydın’ı, Cemil İpekçi’yi falan görüyordum; “Aa, ne güzel bunlar özgür özgür yaşıyorlar orada; bir sorunları yok.” diyordum. Ama maalesef hayal kırıklığına uğradım. Acaba kabul ediyorlar mı, etmiyorlar mı; devlet neden kabul ediyor, toplum neden dışlıyor, anlayamadım. Bence bu konuda büyük bir çelişki var. Bir an önce kültürel bir şeyler yapılmalı. Lgbt’ler yapıyorlar ama yeterli değil. Daha açık, daha büyük şekilde bunları yürütmeleri gerekiyor bence. Değişmesi lazım Türkiye’nin.

Ama gene de Türkiye’den memnunum. En azından aile baskısı yok, idam korkusu, can korkusu yok. Mesela ben seks yaparken yakalandıysam, yasak bir ilişkiye girdiysem, beni öldürme hakkı veren bir kanun yok Türkiye’de. Bu konuda rahatım ben.

İran’da lgbt örgütleri var mı peki?

Yok İran’da öyle şeyler. Ama internette var: Iranian Queer Organization (IQO). Şimdi Toronto’da çalışıyor; başkanımız orada. İran’da böyle siteler engelleniyor tabii. ‘Google’ bile engellenmişti bir ara. Hoş, Türkiye’de de siteler ‘ahlaka aykırı’ diye engelleniyor. ‘Gay‘ siteleri çok engellenmiş burada.

Kanada’yı nasıl bekliyorsun, sence nasıl olacak?

En büyük isteğim özgürce nefes almak, insanların hakaretine maruz kalmadan, cinsel kimliğimi gizlemeden yaşamak. Korkusuz, huzur dolu bir hayat. Aşk dolu bir hayat. Sevebileceğim bir insanı bulmak ve onunla hayatı yaşamak. Çünkü ben de bir insanım. Tabii güzel bir iş ve kariyer sahibi de olmak… Yeteneklerim potansiyelim mahvoluyor. İstediğim sektörlerde korkmadan çalışmak istiyorum.

Not: Bu görüşmede mültecinin can güvenliği açısından takma isim kullanılmıştır.

Burcu Tokat – Ekim 2008

Alıntı

lgbti.org'a Google News'te Abone Ol! İlk senin haberin olsun! lgbti.org'a Google News'te Abone Ol! İlk senin haberin olsun!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu